Merhaba Hayat…
Dönemlerden oluşan, bir gün diğer günü takip ederken sayısız beklenmedik gelişmelere gebe olan hayat. İnsanların kendilerini sınıflara ayırdıkları, şansın kiminin yanında olduğu, kimindense uzak durduğu hayat. Bilgiye aç, gelişmeye açık, çağa ayak uydurmaya meraklı bireylerin hep bir adım önde olduğu, gerisinin ise yerinde saydığı hayat.
Ben çok şanslı bir çocuktum; çünkü eğitimli bir annem ve babam vardı. Onların ardında eğitimli aile büyüklerimiz, babaanne, anneanne ve dede figürleri. Meslek sahibi teyzeler, enişteler, kuzenler… Varlık ve bolluk içinde, kardeşimle uyum içinde geçen yıllar. Acıyı, zorluğu, sıkıntıyı görmedim ben hiç. Çektiğim tek gerçek acı hep ‘Aşk Acısı’ oldu. Başarılı bir öğrencilik hayatına, ardından keyifli bir iş hayatına sahip oldum. Kafama koyduğum her şeye sahip oldum. Bol bol okudum, gezdim, gördüm ki daha çok gencim, çok yolum var kat edilecek.
Yıllar, yaşananlar, dönüm noktası dönemler, kararsızlıklar, gel-gitler, belirsizlikler iki göğsümün arasına, sanki kalbimin üst kısmına tuhaf bir ağırlık yerleştirdi. Bunu aslında ilk hissedişim küçükken, annem babamdan ayrı kalacağım gecelerdeydi. Babaannemlerle aynı apartmanda oturuyorduk ve evimiz dışında bir yerde kalmaya alışalım diye arada sırada babaannemlerde bırakıyordu annem babam, kardeşimle beni. Ama biz onlarsız duramıyor ve evimize kaçıyorduk yine. İlk yoksunluk hissi işte böyle belirdi küçük bedenimde, büyüdükçe ise aşık olmalar, ayrılıklar aynı ızdırabı verir oldu bana. Hiçbir zaman arkadaşlarımın yaşadıkları depresyonları yaşamadım ben, enerjisi ve elektriği yüksek biriydim hep, dibe vuruşlarımı bile sanki daha kolay atlattım yaşıtlarıma oranla. Çok kıvrandığım, kalbim ağzımda gezdiğim, heyecan fırtınalarına kapıldığım oldu. Kendimi pozitif anlamda motive edebilmeyi başarmak en büyük isteğimdi. Bunun için kitaplar okudum. Bir gün, bir röportaj için Güneş Tan ile tanıştım. Evinde keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Hayat hikayesi ilginçti. Yeteneği takdire değer. Uyguladığı yöntemleri anlattı. Sanki her derdin devası ondaydı. Ruhsal ve fiziksel, aklınıza gelecek her problemin üstesinden kolaylıkla gelinebileceğinin sinyallerini almıştım o gün. Sağlığın, kaderin, kişiliğin, hayatın değişebileceğini garantileyen bir yöntem vardı karşımda. Anlatılanları dinledim, ses kayıt cihazımla kaydettim. Sonra dergimizde bu röportaj yayınlandı. Aradan yıllar geçti, ben o zamanlar muhabirken, Yazı İşleri Müdürlüğü’ne terfi ettim.
Veee sonra… Kafamın karışık olduğu her dönemde yaşadığım o göğüs üstü sıkıntısı yine her sabah yakalamaya başladı beni. Yataktan kalkmak zorlaşır, uyuma isteği ise artar oldu. O çok sevdiğim işime gitme isteği azalmaya başladı, akşam işten doğru hemen eve dönme isteği artar oldu. İş yerinde şiddetini azaltan o göğüs üstü sıkıntısı, iş çıkışı serviste beni hemen yakalar oldu… Bu durum beni korkutmadı, sadece bir an evvel huzura kavuşma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Alışık olduğum bir tecrübeydi bu benim. Önceden de benzer tecrübelerden geçmiştim. İlkinde psikiyatrist desteği almaya heveslenmiş ama bildiğim şeylerin ötesine geçilemediğini görünce vazgeçmiştim. Çünkü çözüm yine benim içimde, beynimde ve yüreğimdeydi. İkincisinde daha farklı tekniklerle insanlara yol gösteren, fiziksel, ruhsal her tür probleme çözüm bulduğunu ekranlardan her gün ilan eden uzmanın yanında buldum kendimi. Basın mensubu olduğumdan tabii herkese ve her yere ulaşmam kolaydı. Uzmanlar bana yöntemleri daha bir ballandıra ballandıra anlatıyorlardı ki haberleri çıksın dergimizde, dergilerde. Ama ne yazık ki yine olay bende bitiyordu ve fayda görememiştim. Hayatıma dair önemli kararlar almam gereken, bir seçim yapmam gereken dönemlerde düştüğüm bir durum, belki de geçirdiğim küçük buhranlar diyebiliriz bu yaşadıklarıma. Bir sabah uyandığımda aklıma Güneş Tan geldi. Aradım, randevu aldım. Güneş Hanım’ın turuncu rengi sevdiğini bildiğimden turuncu çiçekler aradım gitmeden. Ama aşkın rengi olan mor renkte karar kıldım ve menekşelerle gittim ofisinin kapısına. Konuştuk. Anlattım hissettiklerimi. Çözeriz dedi, kendinden çok emin…
Perdeleri kapalı karanlık bir odadayız, sedye benzeri bir yatak var, yanında duran bir masa, masanın üzerinde bir teyp, boş kağıtlar ve Güneş Hanım’ın seans esnasında oturduğu sandalyesi… Yıllar önce röportajını yaptığım konuyu yaşayacaktım aslında, biliyordum neler olacağını ama yine de tedirgindim. Hipnoz mu edecekti beni, bilincim açık mı olacaktı, saçmalayacak mıydım kendimden geçip, bana ne olacaktı? Sakince başımı yastığa yerleştirdi, gözüme yumuşacık uyku gözlüğünü taktı. Yatağımda yatar gibi uzandım yanı başında. O esnada müzik başladı, huzur doldu sanki odaya. Elini sol kolumun üzerine koydu. Sanki negatif enerji yüklü bir bombaydım ve bedenimden doğru Güneş Hanım’ın eline akıyordu bu kötü enerji. Tekniği benim için kolaydı. Dediklerini beynimde canlandırabiliyor, boşluklara kendimi bırakabiliyor, kafamda o anda oluşturduğum kapılardan içeri girebiliyor, beni yoran hisleri, yaşanmışlıkları nötrledikçe o sayfaları çevirebiliyor, bedenimde kötü duyguyu hissettiğim yerlerden o enerjiyi yayabiliyor ve resmen arınıyordum. Bedenim de bana istediğim cevapları veriyordu. Çocukluğuma döndüğüm, ayaklarımı çocuk ayağı gibi gördüğüm, düşünmediğim detayların farkına vardığım, gerçekleri ortaya döktüğüm 3 seans yaptık Güneş Hanım’la.
Ardından… Sabahları dinç, huzurlu kalkan bir ben, İş yerinde güzelce çalışan, eve gelip çalışmaya devam etmek isteyen bir ben, Kararsız kaldığım konuların kararını vermiş olan bir ben, Gel-gitlerini geride bırakmış bir ben, Daha güçlü bir ben, Her şeyden önemlisi daha sağlıklı ve mutlu bir ben yaratan bir Güneş Hanım…
Çok teşekkür ederim.
Z. Ç.
Comments are closed.